“Ezberleyin, durmadan onu da bunu da hatta şunu da ezberleyin”
“Bu tabloyu sınavda ben sormam ama TUS (Tıpta Uzmanlık Sınavı)’ta çıkıyor o yüzden ezberlemeniz gerekiyor.
“Evet arkadaşlar TUS’a her yıl şu kadar kişi giriyor, kadrolar şu kadar kişi alıyor,bu kişiler içine girmek için çok çalışmalısınız, az uyuyacaksınız, az gezeceksiniz çok çalışıp ezberleyeceksiniz.”
Bu sözler tabii ki değerli tıp fakültesi hocalarımızdan. Fakat aslında bu söylenenler, onların kendi fikirleri değil, sistemin getirdikleri.
Bu ülkenin birer evladı tabiki birçok zaman az uyuyacak, çok çalışacak, çünkü bilecek ki fedakârlık olmadan olmaz. Ancak ezberlemek için değil de üretmek için çalışılması gerektiğini hiç duymamış olacağız ki, ezbere ayırdığımız vaktin yüzde birini üretmeye ayıramamış, bundan dolayı da özellikle tıp fakültesi öğrencilerini üretmek yerine tüketmenin etkisi altında yaşamaya alıştırmışız…
Tüm bu bakış açısını, Sağlık Bakanı yardımcısı Emine Alp Meşe’nin geçtiğimiz günlerde kamuoyuna sunduğu güncel veriler ile de doğrulayabiliriz : ‘’Tıbbi cihaz ve malzemede yüzde 80, ilaçta yüzde 54, aşıda neredeyse yüzde 100’e yakın oranda dışa bağımlığız.’’ Ayrıca üretimi ülkemizde olan ilaçların da patenti bizim ülkemize ve bilim insanlarımıza ait değil.
Mevcut TUS sisteminin mantığa ve muhakemeye yer vermediğini, fikre ve yaratıcılığa ise hiç ihtiyaç duymadığını, sadece ezber yeteneği iyi olan için başarının kaçınılmaz olduğunu, TUS’un kitaplarına ve birkaç sorusuna bakıp sınavına dahi girmeden anlamak mümkün. Yalnızca bu sistem üzerinde kısa bir süre düşünmek gerekli, hayatımızdaki her sistemi düşünmemiz gerektiği gibi. Buradaki ‘fikir’ kavramından yazının ilerleyen bölümlerinde tekrar bahsedeceğim.
TUS’ta aranan en önemli özellik: Bilgileri depolamak
Peki, son 15-20 yıl içinde bu bilgileri sorgulamadan depolama görevi nelere verildi? Çıkartılabilir disklere, hafıza kartlarına , HDD, SSD disklere, sunuculara…
Günümüzde peki? Tabii ki bu bir adım daha ileri taşındı ve artık bu görev yapay zekalara yüklenmeye başlandı bile.
“Yapay zeka, herhangi bir canlı organizmadan faydalanılmaksızın, tamamen yapay araçlar ile oluşturulan, insan gibi davranışlar ve hareketler sergileyebilen makinelerin geliştirilmesi teknolojisinin genel adıdır.” Bu tanımla birlikte bile yapay zeka, TUS’ta istenen özelliklerin çok daha fazlası. TUS içinse basit bir algoritma yeterli aslında, hatta zekanın yapayı bile fazla gelecektir(!)
TUS’ta ısrarcı olan, bunun gerçekten bir başarı ölçütü olduğunu düşünen yöneticiler, bir yapay zeka algoritması geliştirip, bunu textbook ve TUS kitaplarıyla eğitip, sınava sokmayı denemeliler. Hem tam puan aldığını gösterip reklam yapabilirler hem de bu yapay zekaları aldıkları tam puanlarla birlikte hastanelerde kolaylıkla çalıştırabilirler. Ayrıca bu teknolojiye ayıracakları bütçe, eminim ki bir doktorun ömür boyu alacağı ücretten daha az olacaktır.
Bu yazıyı okurken bu örneklerin çok uçuk, zamansal olarak çok uzak olduğunu düşünenler ve yapay zeka bunları yapana kadar diyenler için, sağlıkta yapay zeka teknolojilerinden bazılarını örneklemek isterim:
Google Deepmind sağlık projesi; tıbbi kayıtları daha hızlı işlemek ve daha iyi sağlık hizmeti vermek amacıyla kullanılıyor. Araştırma erken aşamasında olsa da, Google şu anda Moorfields Hospital ve NHS gibi kurumlarla sistemi geliştirebilmek için işbirliği yapıyor. Ayrıca IBM’in Watson projesiyle oluşturduğu büyük veri havuzu ve çalışmaları, Johnson & Johnson gibi ilaç firmalarının da bu alanda büyük projeler yürüttüğü bilinmektedir. Türkiye’de bu alanda özellikle girişimler özelinde yürüyen güzel projeler bulunmaktadır.
Teknolojiden uzak, yeni teknolojilere adaptasyondan mahrum bir şekilde yetişen genç hekimler , akıllı telefonların insanın her an ulaşabileceği bir konuma gelmesi, işlemci hızlarının artışı ile birlikte büyük bir ivme kazanmasından sonra şu günlerde, tanıda ve tedavide bgenç hekimler bu teknolojileri rahatça kullanmalıdır. Buna basit bir uygulamanın birçok kitap bilgisini harmanlayarak kullanıcıya sorgulamasına özgü bilgileri sunması aslında güzel bir örnek olarak gösterilebilir. Tabii ki önce teknolojinin kullanılmaması için uğraşan, bunun üzerinde mesai harcayan sağlık sektörü içindeki internal direncin de mutlaka kırılması lazım.
Sonuç olarak artık var olan bilgiyi saklamak, insana bakan tarafıyla ezberlemek, bunu söze dökmek, insanın işi olmaktan çıkmışken bir tıp fakültesi öğrencisinin işi hiç olmamalıdır. Bilgi depolamak artık tamamen teknolojinin işidir ki bunu kabul edip buna entegre olan sistemler işlevsellik bakımından çok olumlu sonuçlar vermiştir. Tıpkı binlerce hasta raporunu saniyeler içerisinde tarayıp sözlü ifadeye döken çalışmalarda olduğu gibi.
Ve tabii ki ‘’Hey Siri’’ sözcüğü kadar bize yakın olan yapay zekalar! Bunu kullanarak hava durumunu öğrenebilir, ajandaya işlenen bir toplantının adresini GPS ile bulmasını ve sizi yönlendirmesini sağlayabilir, hatta arkadaşlarınızla girdiğiniz bir iddiadan kazanarak çıkmanızı sağlayacak bilgileri size sunabilir. Bu bakımdan, çok temel düzeyde bir asistan olarak düşünebilir. Artık yapay zeka sayesinde herhangi bir şeyi yazarak zaman kaybetmeye gerek yok. Tek yapılması gereken, telefon ile konuşmak. Hasta ile ilgilenirken masa üstünde duran telefona seslenip bilgi almak artık çok yakın bir zamanın teknolojisi…
Yapılması gereken ilk iş tüm bunları kabullenip buna uygun sistemlere biran önce adapte olmak.
‘Peki doktorluk ne olacak?’
Düşünme, hayal kurma, fikir üretme; bunlar hala yapay zekada olmayıp insanda olan önemli yetenekler.
O halde, daha çok sahiplenip kullanacağımız hatta geliştireceğimiz yeti ‘hayal kurup fikir üretmek’ olmalıdır.
Sondan başlayıp tekrar başa dönecek olursak; yapay zekanın yetilerinin küçük bir kısmı için TUS’ta birbirimizi mi ölçmek?
O halde önce bu saçmalıktan kurtulmalı, tıp fakültesi öğrencileri için TUS sistemi gibi fikir üretmekten uzak, ardı gözükmeyen buz dağının kalkması ve üniversiteler için TUS başarı ölçütünün değil de yapılan buluşların alınan patentlerin başarı ölçütü olması, sistemi tamamen değiştirip gerçekten çevresindeki olayların üstünde düşünen, sorgulayan, problemlere çözüm arayan, bu çözümleri ticarileştiren ve dolayısıyla üreten bir tıp öğrencisi kitlesini doğurmuş olacaktır ki bu da dünyanın hayalinde olan öğrenci profilinin ülkemizde oluşması demektir. Bu vesileyle ülkemiz sağlık alanında yeni buluşların merkezi haline gelecektir.
Tabii ki yine sınırlı uzmanlık kadrosu için bir seçme sistemi olmalı ancak yazımda ele aldığım sisteme entegre bir sistem olması daha sağlıklı olabilir. Yorumlarınızı yorum kısmında paylaşabilirseniz sizin düşüncelerinizi de merak ediyorum.
Yusuf Bayram Tuğlu / Konuk Yazar
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hakan Kılavuz
Tıpta hiç bir şey hekimin özgür iradesine bırakılmıyor. Tıbbi uygulamaları belirleyen, ilaç firmaları, sağlık sigortası firmaları ve avukatlar. Son zamanlarda buna hastane patronları da katıldı. Patron doktora maaş vermekten daha ucuz olduğunu farkederse yapay zeka ile tanı ve tedavi uygulamalarına başlar. Sağlık sigortaları da bunu farkettiğinde standart algoritmanın dışında ödeme yapmaz, doktor ise tüm algoritmayı ve hızla değişimini aklında tutamaz. Hukukçular da doktorun tam uygulamadığı algoritmadan kaynaklanan hataları mahkemeye taşırsa doktorlar mesleği bırakmak zorunda kalır. Kısacası yapay zeka masa üstünde duran telefon gibi yakınımızda olup bu konudaki sentezi yapmamızı sağlayan bir araç olmaktan ziyade aradan doktoru tamamen çıkarır.
Yusuf Bayram Tuğlu
Bu yeni sistemle savaşarak, karşısında durarak, bunu aramıza almayalım diyerek bundan kaçmamız mümkün değil. Çatışmanın çözümü yapay zeka ve algoritmayı tıp fakültesi eğitimine entegre etmekten geçiyor. Atla insanın koşma yeteneğini yarıştırmak mı mantıklı yoksa yuları eline alıp atın koşma yeteneğini avantaja dönüştürmek mi mantıklı?
Tıpçılar da yuları eline alma imkanına sahip. Yapay zeka ve algoritmayı doğru kullanarak ondan üstün olan yönlerimize ağırlık verebilir böylece bunun bir sonraki adımı olan mucit tıpçıları görebiliriz.